KIRMIZI KURDELE

Sıradaki içerik:

KIRMIZI KURDELE

e
sv

Doktor Olmak

19 okunma
avatar

Oğuzhan Öcal

  • e 0

    Mutlu

  • e 0

    Eğlenmiş

  • e 0

    Şaşırmış

  • e 0

    Kızgın

  • e 0

    Üzgün

O gün, sıradanlığın en tekdüze hâliyle başlamıştı. Gri bir sabahın, renksiz bir takvimin yaprağı gibiydi. Saat 05:30’da telefonun cızırtılı alarmı, sessizliği yararak onu uykusundan çekip aldı. Gözlerini araladığında hâlâ yorgun, hâlâ dünün ağırlığıyla eziliyordu. Yüzünü soğuk suyla yıkadı; aynadaki yansımasında sakalının uzadığını fark etti. Tıraş makinesini eline alıp alelacele geçti üzerinden.

Doktor Olmak

O gün, sıradanlığın en tekdüze hâliyle başlamıştı. Gri bir sabahın, renksiz bir takvimin yaprağı gibiydi. Saat 05:30’da telefonun cızırtılı alarmı, sessizliği yararak onu uykusundan çekip aldı. Gözlerini araladığında hâlâ yorgun, hâlâ dünün ağırlığıyla eziliyordu. Yüzünü soğuk suyla yıkadı; aynadaki yansımasında sakalının uzadığını fark etti. Tıraş makinesini eline alıp alelacele geçti üzerinden.

Saat 03:30’da eve gelmişti; yalnızca üç saat uyuyabilmişti. “Üç saatlik uykuyla nasıl çalışılır ki?” diye geçirdi içinden. Üstelik çalıştığı yer, insanların hayatıyla birebir temas ettiği bir yerdi: acil servis. Hata payı yoktu, dalgınlık affedilmezdi.

Uykusuzluğunu bastırmak için soğuk bir duş aldı. Ardından aceleyle bir fincan kahve hazırladı. Kahvaltıya vakti yoktu; en fazla hastaneye vardığında kantinden bir-iki poğaça alabilirdi. Artık “kahvaltı” onun için bir lüks değil, hatıra gibiydi.

Ceketini giydi, önlüğünü çantasına attı ve evden çıktı. Gökyüzü hâlâ karanlıktı. Direksiyon başına geçtiğinde yollar neredeyse bomboştu. Belki biraz hızlı gidiyordu ama geç kalmaya tahammülü yoktu.

Sonra… Her şey bir anda oldu.

Karanlığın içinden biri fırladı. Direksiyona asıldı, frene bastı ama nafile… Araba savrulmadan önce hafif bir çarpma sesi duyuldu. Zaman bir anlığına durdu.

Aracından fırlayıp indiğinde, yerde yatan genç bir kadını gördü. Yaşı aşağı yukarı kendisininki kadardı. Panikleyen insanlar etrafında toplanmaya başlamıştı.

— Açılın, ben doktorum!

Kalabalıktan biri öne çıkıp homurdandı:

— Doktor da olsan müdahale edemezsin!

Adam sert ve soğukkanlı bir bakışla karşılık verdi:

— Evet, doktorlar “Açılın, ben doktorum” diyebilir. Özellikle hastanın bilinci kapalıysa ve rızası alınamayacak kadar acil bir durum varsa…

Sözlerini tamamlar tamamlamaz kadının yanına çömeldi. Nabzını kontrol etti, bilincinin açık olup olmadığını kontrol etti.

— Biriniz hemen 112’yi arasın! — diye seslendi.

Kız acı içindeydi. Gözlerini zorla araladı.

— Ben doktorum. Müsaadeniz olursa size bakabilir miyim?

Kız hafifçe başını salladı. İlk bakışta birkaç kırık göze çarpıyordu ama çok daha tehlikeli bir şey vardı: sol omzunun hemen altında, bir kurşun yarasını andıran kanlı bir delik… Ve oradan hızla kan kaybediyordu.

Adam hiç düşünmeden gömleğini çıkardı ve yaranın üstüne bastırdı. Zamanla yarışıyordu artık.

Siren sesleri kısa sürede duyuldu. Polis ve ambulans olay yerine ulaştı. Görevliler arabadan iner inmez onu tanıdılar.

— Hocam, durum nedir?

Derin bir nefes aldı.

— Hastada birkaç kaburga kırığı var, sol omuz altından ateşli silah yarası mevcut. Şu an bilinç açık ama kan kaybı ciddi boyutta. Damar yolu açıp sıvı takviyesi başlamanız lazım, en kısa sürede de ameliyata alınmalı.

Ambulans ekibi hemen harekete geçti. Kız sedyeye alınırken gözleriyle ona baktı, dudaklarından belli belirsiz bir kelime döküldü:

— Teşekkür ederim…

Polis memuru yanına gelip not defterini açtı:

— Kaza için ifadenizi almamız gerekecek.

Adam başını salladı. Arabasına yaslandı. Ellerinde hâlâ kan vardı; kendi gömleği, hastanın kanıyla sırılsıklam olmuştu. Uykusuzluk, yorgunluk, sabahın yorgun gri hali… Hepsi anlamını yitirmişti.

Belki o gün işe geç kalacaktı. Belki ifadesi alınırken saatler geçecekti. Ama bir hayat kurtarmıştı. Belki de o genç kadın için hayatın ikinci şansı, tam da onun direksiyonunun önünde başlamıştı.

Ve o an, kendi kendine fısıldadı:

“Bazen kader, bir çarpmanın ardından başlar…”

Arkasında siren sesleri uzaklaşırken, doğu ufkundan ilk ışıklar süzülmeye başladı. O gri sabah, bir insanın yeniden doğduğu bir güne dönüşmüştü.

İfade verirken cebindeki telefon titredi. Bir an tereddüt etti ama ardından cevapladı. Karşısındaki ses tanıdıktı: hastane müdürünün asistanıydı.

— Hocam, günaydın. Geç kaldığınız için hakkınızda tutanak tutulacak, bilginiz olsun.

Ses ne bir geçmiş olsun barındırıyordu ne de bir merak kırıntısı. Sadece soğuk, ezberlenmiş bir prosedür cümlesi… İçinden bir öfke kabardı ama belli etmedi.

“Geç kalmak…” diye tekrarladı sessizce. İnsan hayatını kurtarmak için orada saniyelerle yarışırken, birileri saatlere, dakikalara takılıyordu.

Asistan… Lise mezunuydu. Hastane müdürü ise zar zor bitirdiği dört yıllık işletme diplomasıyla o koltukta oturuyordu. Oysa kendisi… Altı yıl tıp fakültesi okumuştu. Yıllarını gece nöbetlerinde, sabahlara kadar süren ameliyatlarda, sınav kitaplarının arasında tüketmişti. Tıpta Uzmanlık Sınavı’nı kazanmış, uzmanlığını tamamlamış, yetmemiş bir de yan dal yapmıştı.

İnsan hayatını kurtarmayı bir meslek değil, bir onur meselesi saymıştı.

Ama şimdi… Bir lise mezunu, bir evrak memuru onu yargılıyordu. Dudaklarında istemsizce acı bir gülümseme belirdi. Hayatın ironisi buydu işte: kurtardığı hayatlar değil, geç kaldığı dakikalar sorgulanıyordu.

Polislerden biri yanına yaklaştı.

— Hocam, normalde sizi karakola götürmemiz gerekirdi ama… duyduk her şeyi. Siz gidin, hastaneye yetişin.

O an, boğazındaki düğüm çözüldü.

— Teşekkür ederim… — dedi, hafifçe eğilerek.

Arabaya doğru yürürken gözleri takıldı: ön far kırılmıştı. Cam parçaları yere dağılmış, sabahın solgun ışığında parlıyordu. Elini cama sürmedi, sadece baktı ve mırıldandı:

— Olsun… Bir farın bir can karşısında ne değeri olabilir ki…

Arabasına bindi. Motoru çalıştırdı ama hareket etmeden önce aynadaki gözlerine baktı. Yorgundu, çok yorgundu… ama bu yorgunluk bir yük değil, bir anlam taşıyordu. Çünkü o gece, bir hayat kurtarmıştı.

Hastanenin önüne vardığında gökyüzü tamamen aydınlanmıştı. İnsanlar işe, okula, gündelik dertlerine koşuştururken onun içinden geçen tek düşünce şuydu:

“Bazı günler geç kalmazsın… Sadece başka bir yerde zamanla yarışırsın.”

Ve belki de en önemli şey buydu: İnsanlar anlamasa da hayat kurtarmak bazen saatle ölçülemezdi.

Arabasının kapısını kapatıp adımını attı binaya. Yeni bir gün başlıyordu.

Ve o, bütün ironiye, bütün haksızlığa rağmen hâlâ doktor olmayı seçiyordu. Çünkü bu, onun işi değil… varoluşuydu.

  • Site İçi Yorumlar

En az 10 karakter gerekli